Eşkoşma tarif edilmesi çok zor bir kavramdır. Çünkü
eşkoşmalardan asla bağımsız değilizdir. Dolaysıyla eş koşmanın normal bir durum
olduğunu düşünürüz. Hint ve Budist literatüründe bir takım şeyler dışsal
olarak(mesela; işimiz, televizyon) veya içsel olarak(düşüncelerimiz, duygularımız
vs.)bağlanmak olarak tarif edilmiştir. Yani belirli bir yaklaşım bütün
faaliyetlerimize eşlik etmektedir. Biz o şeylerin arasına gömülüş hale geliriz,
yaptığımız işte kayboluruz. Buna eşkoşma denir. Dirençler de dediğimiz eşkoşmalar, vicdanın
ortaya çıkmasını frenleyen unsurla, hep akli hale getirilerek kökleşmiştir.
Eğer sezgi dediğimiz, Varlığın üst benliğine(kendimizce)yönelmiş
durumu olmasa vicdanın tezahür edeceği kanal da daralmış olur. Hayatımız da
katı kararlar, sert uygulamalar tek taraflı yalnız kendimize yonttuğumuz durumlarda
ortaya çıkar.
Alışkanlıkların temelinde yanlış
bilgilendirmeden dolayı bir eşkoşma vardır. Bu eş koşma vasıtasıyla varlık
hayattaki mevcudiyetinin ancak o şekilde süreceği gibi yanlış bir inanca sahip olmuş
ve o şekilde telkin altında kalarak o tarz bir yaşamı seçmiştir. Alışkanlıklarımız
fizik beden veya fizik çevre ile ilgili tutumlarımızda da aramamız lazımdır. Çünkü
zaman içerisin de çok çeşitli alışkanlıklara bağlanıp kaldığımızı biliyoruz. Bunlar
moda olur, yiyecekler, istekler, şarkılar…vs olur. Görüldüğü gibi
alışkanlıkların temelinde şartlandırma yada telkin mekanizmaları geçerlidir.’’Şöyle yiyeceksin, şu kadar yiyeceksin, şöyle
giyineceksin vs..yoksa hiçbir şey değilsin’’ gibi bir takım yanlış telkinler sonucunda insan bir çok
alışkanlıklar ediniyor. Otomatizmaya, daha doğrusu otomatik haller içerisine
giriliyor.
Gurdjieff öğretisinde bizi uykuda tutan ve
uyanmaktan alıkoyan en güçlü kuvvetlerden biri olan eşkoşmayı gözlemek çok
önemlidir. Düşüncelerimizle, duygularımızla dış yaşamda olan şeylerle her zaman
eşkoşarız. Eşkoşma insanın kendisini unutmasıdır yani eşyalaşmasıdır. Eşkoşma
öylesine yaygın bir niteliktir ki, gözlemleme amacıyla onu diğer şeylerden
ayırmak güçtür. İnsan, daima bir eşkoşma hali içerisindedir. Ancak eşkoşmanın
objesi değişir. ‘’İnsan karşılaştığı küçük bir sorunu eşkoşar, işine
başladığı andaki büyük gayeleri tamamen unutur. Bir düşünceyi eşkoşar ve diğer
düşünceleri unutur. Bir duyguyu, bir ruh halini eşkoşar. Ve daha önemli olan
diğer düşüncelerini duygularını ve ruh hallerini unutur. İnsanlar kendileri
üzerine çalışırlarken ayrı ayrı amaçları öylesine eş koşarlar ki ormanı
görmekte başarısızlığa düşerler.
![]() |
EŞ KOŞMALAR-Eş Koşma Nedir? |
‘’Eşkoşma en
korkunç düşmanlarımızdan biridir. Çünkü her yere girer. Eşkoşmadan kurtulmak
için mantal dedullumana ihtiyaç vardır. Yani insanı kendisini ikiye ayırması
lazımdır. Ben ve obje(yada ben ve o)iki ayrı şeyiz; Ben ve o aynı değiliz
diyebilmeliyiz. Sufi dilinde bu’’ nefsi hasım görmek’’ diye geçer. Nefs ortadan
kaldırılması gereken değil, terbiye edilmesi gereken bir şeydir. İnsan kendine,
kendi içindeki tesir etkileşimlerine hâkim olmalıdır. Kişin kendi üzerinde
çalışmasında yani kendisini bilmesinde, kendi içinde olan olayların geçirdiği
ruh haletinin akışına hâkim olmak en mühim şeydir. İç mücadeleye, iç harekete, iç
tiyatroya iç diyaloga çağrışımlara hâkim olmayan insan hiçbir şeye hâkim
olamaz. Eşkoşmadan yapılan işin bereketi artar. Ne kadar yüksek seviyeli bir iş
yaparsanız yapın, eğer o işle kendinizi eş koşarsanız ortaya olumsuz bir durum
çıkar. Heyecan, telaş, sakarlık içerisinde iş de hakkıyla yapılmaz. O olumsuz
hal nefisle alakalıdır. Yani olay, öz benliğiniz de en ufak bir olumsuzluk
meydana getirmez, ama nefiste alınganlıklar, korkular ve vesveseler doğabilir. Bu
yanlış bilgilerimizden, yanlış kanaatlerimizden, kendimizi bilmediğimizden
ortaya çıkar. Fakat bu işleri yapan gerçek benliğimiz değildir. Bütün bunlar dıştan görünen nefse aittir. Ne
olup bittiyse, bazı icapların sonucu olarak olmuştur. O anda üzülen nefis’tir
ben değil. Bütün darbeyi, bilgisizliği yüzünden nefs yemektir. Bu sebeple
insanın görünüşteki kendisi ile iç kendisini birbirine karıştırmaması gerekir.
Eş koşmalar, özdeşleşmeler sevgiye engel
olmaktadır. Çağımızın insanının en büyük zaafı kendi öz varlığı dışındaki
objelerle kendini bir tutması, özdeşleşmesidir. Böyle bir insan kendi varlığını
unutmuştur. Özdeşleştiği objeyle sevinir, onunla üzülür. Bunun en büyük
örneklerini kulüp ve parti sevgilerinde görüyoruz. Bu durum öyle bir özdeşleşme
yaratabiliyor ki, sonunda başkalarının canına, malına kastedecek kadar
şuursuzlaşabiliyor. Eğer kulübü kazanmışsa kendisi kazanmış, kaybetmişse
kendisi kaybetmiş gibi oluyor.
İnanç sistemlerinde bir özdeşleşme vardır. Bütün
kutsal kitaplar eş koşmaya karşı insanları uyarır. Tanrıya karşı eş koşmayınız
derler. Ama inanç sistemi her şeyi eş koşar. Tanrı’nın ’’Bana eş ve ortak
yaratma’’ demesi sadece ilahi bir istek değil, hiçbir şeyi kendine eş ve ortak
koşma manasına gelmektedir. Bizler bir çok şeye sahip olabiliriz ama onlarla
özdeşleşmemeliyiz.
Eş koşmalar çoğu kez gelişmemize engel olur ve
hayatı çekilmez bir hale çevirir. Kişinin kendisini ‘’sevdiği evi, çiçek, köpek,
sevgili, bankadaki parası, giydiği elbisesi, oturduğu makam koltuğu, iktidarı…’’gibi
görmesi bir eşkoşmadır (putperestliktir).
Bunların hepsi belli bir zaman süreci içinde
hareket etme zorunda olan duygulardan ibarettir. Bugün öyleyse, yarın böyle
olacaktır. Özdeşleşmedeki en büyük zorluk kişinin kendisini unutmasıdır. Kendini
unutan kişinin de gelişmesi, insanlık görevlerini yerine getirmesi zordur.
Kozmik
enerjilerle olan bağının çok azalmasına sebep olabilir ki bu da onun her an yok
olmasına, fizik varlığının ortadan kalkmasına sebep olabilir. Çünkü objeyle
sevinir, onunla üzülür. Objektiflik ve akli prensipler kaybolur, açı daralır
anlayış kaybolur. Kendisi ile obje arasında fark yoktur. Ama özdeşleştiği şey
kendisini artık tatmin etmiyorsa onun da bir tarafa atar. Eş koşmanın daralmış
yoğun ilgisi sevgi değil, o obje üzerine hegomanya kurmaktır. Kendini tatmin
etmek için objeyi kendi tekeline almaktır. Oysa mal canın yongası oldukça hep ıstırap
verecektir.
Beşer varlığı olarak en büyük vazifelerimizden
biri sevgi enerjisini kullanıp dağıtmamızdır. Sevgi yapıcı bir enerjidir, varoluş
enerjisidir. Ruhsal enerjinin madde üzerindeki tasaruffu bu enerji ile
olmaktadır.
Sevgi enerjisi bünyemizden geçirmediğimiz
sürece sağlıklı bir bedenimizde olmaz. Hastalıkların büyük bir kısmı kozmik
dengeye ulaşamamızdan ileri geliyor. Kozmosla kendi aramızda bir bozukluk var. Oradan
gelen tesirleri alamıyoruz. Veya daha üstün hale getirip yansıtamıyoruz. Bu
yüzden de sevgisizlik doğuyor. Bunlar bedende somatik yani bedenden yansıyan
rahatsızlıklar meydana getiriyor. Özellikle Kanser ve Aids gibi hastalıklar
virüsten kaynaklanıyor görünse de temelde 20.yy’ın bütün sevgisizliklerinin bir
reaksiyonudur.
Sevgi
eşkoşmayla değil, tam tersine terk ile olur. Terk; her şeye ve herkese karşı
akli ve vicdanı kullanarak davranmak, yerinde ve zamanında hareket etmektir. Sevmek
tekel altına almak değil, sevilenin özgürce gelişmesine imkan sağlamaktır. Bu
imkanı sağlamaktır. Bu imkanı sağlayabilmek içinde eş koşmamak gerekir.
Kendi
bünyemizde yarattığımız dirençler, ayak diremeler (Kabuklar)sevgi enerjisini
ortaya çıkarmasına engel olurlar. Dirençlerin ortadan kalkabilmesi enerjinin
gerçek etkilerini bütün nitelikleriyle özümleyebilmemiz için bir faaliyete
ihtiyacımız vardır. Bizim gerçek ihtiyaçlarımız da bunlardır. Bu ihtiyaçların
yönünde bazı ıstıraplı yaşamların
gerektiğini görüyoruz; işte ıstıraplı yaşam bir dirençten kurtulma
faaliyetidir. Aslında direnç bizim yarattığımız bir takım suni varlıkla, daha
doğrusu kendi yarattığımız birtakım yargılardır. Bu dirençlerden kurtulmanın
yolu, bu değer yargılarının artık o şekilde olmadığını fark etmek ve bunlardan
vazgeçme azmini gösterebilmektir. Bir çok şeyle eş koşmuşuzdur. Onu severiz, bunu
sayarız, gururum ve kibirim var bunların korunması lazım diye düşünürüz. İşte
bütün bunların birer safra gibi atılması lazımdır. Her ıstırap bir fazlalığın
sonradan eklenmiş yani özümüze ait olmayan bir takım sahte, yalancı değerlerden,
eş koşmalardan kendimizi kurtarma eylemidir.
Eş
koşmanın bir çok zararlarının yanında faydaları da vardır. Bazı şeyleri
sevmemiz, bazı şeylere aşırı konsantrasyonumuz, aşırı bağımlılığımızı
gerektiriyor ki, o şey hakkında derin bilgiyi elde edip o işin özüne
ulaşabilelim. Bütün sanat dallarında, bilimde durum böyledir. Gerçekten de iyi
bir sanatçı olabilmek için o sanat dalına sevdalı olmak lazımdır ki bir şeyler
yaratmak mümkün olsun.
Tiyatro sanatçıları her an eşkoşma
içindedirler, her an yeni bir personalite yaşarlar.
Genel olarak insanın eş koştuğu, kendisi ile
özdeşleştirdiği her şey bugün onun putu durumundadır. İnsanın görevi söz konusu
eş koşmaları ortadan kaldırmaktır. Bunun yeni terminolojideki adı
‘’kabuklarından arınmaktır’. ’’Kabukları insanın kendisinden yapabildiği kadar
uzaklaştırmasıdır.
Kabuklardan kurtulmak filli bir uygulamayla
başarılacak bir eprövüdür. Özellikle
içinde bulunduğumuz devre sonunda insandan beklenen, bir an önce
yapılması gereken budur. Eş koşmalardan oluşan ‘’kabuklaşmalardan ’’kısa
zamanda kurtulmak. Devre sonunun ‘’ayıklayıcı ve uyandırıcı ’’tesirlerine daha
çok açık hale getirmek…Bu şekilde dirençleri gidermek, berraklaşmak, daha çok
geçirgen hale gelmek…O halde, insanın kendisini ruhsal alemle fiziki alem
arasında bir aracı olduğunu unutarak, eşyaya aşırı derecede bağlanması, onunla
özdeşleşmesi ve bu şekilde kabuklaşmalardan (kozasını gitgide
kalınlaştırmasına)neden olması onun hızını azaltıcı olumsuz bir gelişme olmaktadır.
Nefsin eğitilmemiş olmasından dolayı sahibi
olduğumuz eşkoşmalar nedeniyle ‘’kabuklaşmalar’’ruhsal tekamülde ayak bağıdır. Dünyasal
değerlere eş koşmadan (yani dünyasal değerlerin kabuk haline gelmesine izin
vermeden yaşamak bizi kurtuluşa götürecek bir yaşamdır. Hizmet hissiyatına
bürünmemizi ve kendi şahsi hedefimizi hizmetin hedefleriyle çakıştırmamızı
kolaylaştıracak bir yaşamdır. Başka bir ‘’kabuk ’’türümüz de toplumun gelenek
ve görenekleriyle, dinsel yada dinle ilgili olmayan inançlarımızdan oluşan
‘’kabuk ’’türlerimizdir. Daha çocukluk yıllarımızda yanlış eğitimin de
etkisiyle, toplumsal kurumlarla ilgili kabuklara bürünüveririz. Bunlar yatay
etkiler tarzında gelip çeperlerde kümeleşen kalınlaşmalardır. İnançlar, aslında
insanı ‘yeni olana’ realite atlatacak olana karşı engelleyen en tehlikeli ve
insanın en zor kurtulacağı kabuk türerlerindendir.
Kabuklardan kurtulmak için her bakımdan
sadeleşmek gerekir. Geleceğe uyumumuz sadeleşmeyle, kabuklarımızdan kurtulmayla
olacaktır. Bu nedenle sadeleşme çabası içinde şuursal gelişime engel olan
fazlalıkları terk etmek(ki bunların hemen hemen hepsi ‘kabuk ’simgesi altında
toplanabilir)aydınlanma için hayati önemi olan hususlardan birisidir.
Her Tekâmül yolcusu içinde yürümeye çalıştığı
yolun kabuklaşmış inançlarından kurtulma gayreti içinde olarak o inançlarla
kendi cevheri arasındaki mesafeyi giderek açmak zorundadır. Her inancın
ayrıntılı olarak incelemeye almalı, giderek iç basıncını artırarak bu
kabuklaşmış inançlardan uzaklaşmalı ve yukarıdan gelmekte olan ışığı içeri
alabilmelidir. Kabuklar bizim kendi kabuklarımız, bun kabuklardan bir an evvel
ortadan ortadan kaldırmanın, en azından ışık geçirecek kadar inceltmenin
yollarını aramak gerekmektedir. Çünkü çok büyük değişiklikler çok sıkı
bağlantılarla bağlı olanlar için büyük ıstırap kaynağı teşkil edecektir.
KAYNAKÇA: Ergün ARIKDAL
- Pozitif Yaşam
- Tekamül
- Kendini Bilmek
- Değişime Doğru
- Pozitif Yaşam
- P.D.Ouspensky: İnsanın Gerçeği ‘Kendini Bilmek’