"Neden sevmiyoruz?" sorusunun cevabını kısaca şöyle verebiliriz: İnsanlar genellikle sevgisizliği yaşamaktadırlar, kimsenin kendisini sevmediğini zannederek kendileri de başkalarnı sevmezler. Bu şekilde, sevilmemeyi telafi ederler yani "Beni sevmezlerse ben de onları sevmem," tarzında tepki gösterip tamamen zıt duyguyla kendi içlerinde bir dengeye gelirler. Telafi mekanizması böyle bir düşünce olarak bu tarzda ortaya çıkar ama bu telafi mekanizması zihin seviyesini aştığında fiili hale geçer; kısacası o noktada artık sevgisizlik bir nefret hissi şeklinde tam bir boşalma haline geçer.
Sevginin sevgiyi, nefretin nefreti çekmesinden söz etmeden önce, daha önce de sık sık ele aldığımız imajinasyondan yani insan ruhunun en yüksek, en mükemmel melekelerinden biri olan tahayyül melekesinden kısaca söz etmemiz gerekir. İmajinasyon melekesi hiçbir maddesel dayanağa sahip değildir; maddesel bir izahı yoktur ayrıca maddesel tarifler ve anlayışlar içerisinde kalınarak açıklanmaya çalışılan birtakım ruh halleri ile de alakası yoktur.Yaratıcı imajinasyon tamamen müteal bir konudur. İmajinasyon, bütün şuuraltı mekanizmalarının, ortaklaşa çalışabilmesi için gerekli olan sistemdir; nasıl kan, hücreler arasındaki her haberleşmeyi flzikoşimik (fiziko-kimyasal) yoldan sağlıyorsa, imajinasyon melekesi de şuuraltındaki bütün malzemenin irtibatını meydana getirir. Bizim iç benliğimizle, dışarıdan tekrar içeriye almak zorunda kaldığımız birtakım unsurların hepsini bilen, hepsine teker teker etki edebilen güç; imajinasyon melekesidir. Nasıl düşünürsek, nasıl tahayyül edebilirsek; o halleri belirli süreler ve çabalar altında bedenimizde veya etrafımızda meydana getiren de bu melekedir. İşte bu nedenle, ruhsal veya psikolojik tedavinin esası, bu yeteneğin faaliyete geçirilmesine dayanmaktadır.
Hepimizin içinde bir "'Ben" vardır. Ahmet ve içindeki Ahmet, Fatma ve içerideki Fatma gibi. Ta içimizdeki "Ben" hakkındaki bilgimiz nedir? İçerideki biz ile dışarıdaki biz arasında aslında çok ilişki olmakla beraber, birçok yönden de büyük farklar vardır. Dıştaki kişilik (persona), yaptığımız roldür. Bir aradayken birbirimize çeşitli roller yaparız ama o rolü oynayan hayat sanatçısının içindeki gerçek varlık kimdir? Bugün şu şekilde bir maske kullanırız, yarın başka türlü bir maske kullanırız. Her gittiğimiz yerde başka türlü maskeler kullanmak zorundayızdır. Bazılarımız bu maskelerden nefret eder ve toplum dışına çıkarlar; "Ben hiç durmadan maske değiştirmekten, insanların ikiyüzlülüğünden bıktım" diye şikayet ederler. Evet, maskeler hep değişmektedir ve karşıdaki insanın gerçek kişiliğini yansıtacak bir şey görememektedirler. Demek ki, bir de bizim kendimiz hakkında bir imajımız var. "Kendimizi nasıl görüyoruz?" "Kendimizi sabah aynada gördüğümüz şekilde mi tanıyoruz?" "Gözümüzü kapattığımız zaman kendimizi görebiliyor muyuz?" "Yüzümüzü, omuzlarımızı, belimizi, bacaklarımızı, ellerimizi tahayyül edebiliyor muyuz?" Bir boş zamanımızda, kendimiz hakkında bir imajımız var mı diye denemek çok faydalı olacaktır.
Kendimizi fiziksel olarak imajine etmekte zorlandığımız görürsek, şaşırmayalım. Zaten fiziksel tahayyülü yapamadığımız içindir ki, kendi zatımızın da gerçekliğine ulaşmakta tereddütler çekeriz. Kendi kendimize, "Acaba ben nasıl biriyim, nasıl bir kişiliğe sahibim?" diye sormak gerekir. Bunlar modem insanın, uzun yıllardan beri unuttuğu veya ona unutturulmuş konulardır. Bu tip çalışma ve bilgileri yeniden öğrenmeye, bütün insanlığın ihtiyacı vardır çünkü bu çalışmalar bir yelpaze gibi çok büyük sonuçlar halinde açılacak olan çalışmalardır. Görüyoruz ki, imajinasyonun en can alıcı noktası kendimiz hakkındaki imajın ne olduğunu bilip bilmemek meselesidir. Eğer kendimiz hakkındaki imajımıza, kendimizin ne olduğumuzun bilgisine kavuşursak, iç insan; dış insanı yönetmeye başlar. Kuruntular, sıkıntılar, güvensizlikler, aşağılık ve üstünlük duyguları, korkular, kalp çarpıntıları, tansiyon yükselmeleri gibi bütün bedensel rahatsızlıklar da dereceli olarak o kişinin kendi Ben'inin idaresine geçmeye başlar.