Ana içeriğe atla

Sevgi Sevgiyi, Nefret Nefreti Oluşturur-Ergün Arıkdal


"Neden sevmiyoruz?" sorusunun cevabını kısaca şöyle verebiliriz: İnsanlar genellikle sevgisizliği yaşamaktadırlar, kimsenin kendisini sevmediğini zannederek kendileri de başkalarnı sevmezler. Bu şekilde, sevilmemeyi telafi ederler yani "Beni sevmezlerse ben de onları sevmem," tarzında tep­ki gösterip tamamen zıt duyguyla kendi içlerinde bir denge­ye gelirler. Telafi mekanizması böyle bir düşünce olarak bu tarzda ortaya çıkar ama bu telafi mekanizması zihin seviye­sini aştığında fiili hale geçer; kısacası o noktada artık sevgi­sizlik bir nefret hissi şeklinde tam bir boşalma haline geçer. 



Sevginin sevgiyi, nefretin nefreti çekmesinden söz etme­den önce, daha önce de sık sık ele aldığımız imajinasyondan yani insan ruhunun en yüksek, en mükemmel melekelerin­den biri olan tahayyül melekesinden kısaca söz etmemiz ge­rekir. İmajinasyon melekesi hiçbir maddesel dayanağa sahip değildir; maddesel bir izahı yoktur ayrıca maddesel tarifler ve anlayışlar içerisinde kalınarak açıklanmaya çalışılan birta­kım ruh halleri ile de alakası yoktur.Yaratıcı imajinasyon tamamen müteal bir konudur. İma­jinasyon, bütün şuuraltı mekanizmalarının, ortaklaşa çalışa­bilmesi için gerekli olan sistemdir; nasıl kan, hücreler arasın­daki her haberleşmeyi flzikoşimik (fiziko-kimyasal) yoldan sağlıyorsa, imajinasyon melekesi de şuuraltındaki bütün malzemenin irtibatını meydana getirir. Bizim iç benliğimizle, dışarıdan tekrar içeriye almak zorunda kaldığımız birtakım unsurların hepsini bilen, hepsine teker teker etki edebilen güç; imajinasyon melekesidir. Nasıl düşünürsek, nasıl tahay­yül edebilirsek; o halleri belirli süreler ve çabalar altında be­denimizde veya etrafımızda meydana getiren de bu meleke­dir. İşte bu nedenle, ruhsal veya psikolojik tedavinin esası, bu yeteneğin faaliyete geçirilmesine dayanmaktadır.


Hepimizin içinde bir "'Ben" vardır. Ahmet ve içindeki Ahmet, Fatma ve içerideki Fatma gibi. Ta içimizdeki "Ben" hakkındaki bilgimiz nedir? İçerideki biz ile dışarıdaki biz arasında aslında çok ilişki olmakla beraber, birçok yönden de büyük farklar vardır. Dıştaki kişilik (persona), yaptığımız rol­dür. Bir aradayken birbirimize çeşitli roller yaparız ama o ro­lü oynayan hayat sanatçısının içindeki gerçek varlık kimdir? Bugün şu şekilde bir maske kullanırız, yarın başka türlü bir maske kullanırız. Her gittiğimiz yerde başka türlü maskeler kullanmak zorundayızdır. Bazılarımız bu maskelerden nefret eder ve toplum dışına çıkarlar; "Ben hiç durmadan maske değiştirmekten, insanların ikiyüzlülüğünden bıktım" diye şi­kayet ederler. Evet, maskeler hep değişmektedir ve karşıdaki insanın gerçek kişiliğini yansıtacak bir şey görememektedirler. Demek ki, bir de bizim kendimiz hakkında bir imajımız var. "Kendimizi nasıl görüyoruz?" "Kendimizi sabah aynada gördüğümüz şekilde mi tanıyoruz?" "Gözümüzü kapattığı­mız zaman kendimizi görebiliyor muyuz?" "Yüzümüzü, omuzlarımızı, belimizi, bacaklarımızı, ellerimizi tahayyül edebiliyor muyuz?" Bir boş zamanımızda, kendimiz hakkın­da bir imajımız var mı diye denemek çok faydalı olacaktır.


Kendimizi fiziksel olarak imajine etmekte zorlandığımız görürsek, şaşırmayalım. Zaten fiziksel tahayyülü yapamadı­ğımız içindir ki, kendi zatımızın da gerçekliğine ulaşmakta tereddütler çekeriz. Kendi kendimize, "Acaba ben nasıl biri­yim, nasıl bir kişiliğe sahibim?" diye sormak gerekir. Bunlar modem insanın, uzun yıllardan beri unuttuğu veya ona unutturulmuş konulardır. Bu tip çalışma ve bilgileri yeniden öğrenmeye, bütün insanlığın ihtiyacı vardır çünkü bu çalış­malar bir yelpaze gibi çok büyük sonuçlar halinde açılacak olan çalışmalardır. Görüyoruz ki, imajinasyonun en can alıcı noktası kendimiz hakkındaki imajın ne olduğunu bilip bil­memek meselesidir. Eğer kendimiz hakkındaki imajımıza, kendimizin ne olduğumuzun bilgisine kavuşursak, iç insan; dış insanı yönetmeye başlar. Kuruntular, sıkıntılar, güvensiz­likler, aşağılık ve üstünlük duyguları, korkular, kalp çarpın­tıları, tansiyon yükselmeleri gibi bütün bedensel rahatsızlık­lar da dereceli olarak o kişinin kendi Ben'inin idaresine geç­meye başlar.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enkarnasyon Nedir? Dr. Bedri Ruhsalman

Enkarnasyon Nedir? Enkarnasyon ete girmek demektir. Yani ruhların bir beden aracılığı ile belirmesidir. Böyle bir ilişki , ruh ile maddeyi birbirine bağlayacak olan bir aracıya ihtiyaç gösterir ki, buna Perispiri denir. Yani ruh, kendinde saklı olan tesir gücü ile, perispiri aracılığı ile ineceği dünyaların maddelerinden o dünyadaki yoğun bedenini kurar. Kaba madde ile sıkı bir bağlantı demek olan bedenlenme veya enkarnasyon olayı, dolayısı ile serbest irade ve şuurda da bir daralma ve bir nevi kararmaya sebep verir. Tekâmül ihtiyaçlarımızın belirli hale getirdiği bir takım tertipler, sevk edişler himaye ve yardım atmosferi içinde bir hayat mevzu bahistir. Ve dünyada bunlardan kurtulup kaçmak bizim elimizde olmaz. Enkarne olmuş varlık, bütün bu şuurlu tertip ve nizamın mana ve maksadından habersiz olarak bazı merhaleleri aşmak ve bir kısım yetenekleri geliştirme olanaklarına sahip olur. İstenilende zaten budur. Üstad isimli bedensiz bir dostumuz şöyle demektedir. 

Sembolizm Dersleri -6 Rakamı ve İçerdiği Sembolik Anlamı

Altı sayısı en küçük yetkin sayıdır; kendisi dışındaki tüm tamsayı çarpanlarının toplamına eşittir.  Örneğin: (6=1x2x3=1+2+3) 2 ile 3' ün, bu kez, çarpımlarıyla oluşuyor. Altı sayısı GRAFİK SEMBOLİZM ’ de bir altıgen ve onun yarattığı attı köşeli yıldızla özdeştirilmektedir. Salamon’un mührü veya David’in kalkanı denilen ve bugün İsrail’in ulusal amblemi olan bu yıldız, ters yönde iç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşuyor ve SU ile ATEŞ arasındaki dengeyi işaret ediyor. Diğer bir deyişle birbirinin karşıtı iki şeyi birleştiren bir şekil olduğu gibi, dikine duran üçgenin ayna görevini yapan su üzerindeki ters görünümü yansıtıyor. Salomon’un mührü şeklinde görülebileceği gibi, tepe noktası yukarıda olan üçgen, Hıristiyan ikonografisinde İsa’nn tanrısal karakterini betimlemektedir. Tepe noktası aşağıda olan üçgen ise bu karakterin O’NUN fiziki ve insancıl görünümünde yansıdığını hatırlatır gibidir... Sembolizm Dersleri 6 6, diğer çift sayılar gibi, Ay’ın çe

Sembolizm Dersleri -9 Rakamı ve İçerdiği Sembolik Anlamı

DOKUZ (9) Basit sayıların sonuncusu olan dokuz, üç' ün karesi olduğundan, onun niteliklerini de taşıyor. Mitolojide varlığına inanılan gök, yer yüzü ve yeraltı dünyalarının tümünü simgeleyen bir sayı olmuştur. Sayılar dizisinin sonuncusu olması nedeniyle, bir sona ulaşıldığını ve yeniden başlamanın haber vericisi gibidir. Diğer bir deyişle, bitim ve ölüm olayının olduğu gibi, yeni bir doğum veya filizlenmenin göstericisidir. Yaşam çemberinin son halkasını kilitler. Mason sembolizmine göre, (9) rakamı grafik olarak aşağıya doğru, yani maddesel bir filizlenmeyi, (6) ise bunun tam tersine, yukarıya yönelik olduğundan, ruhani (tinsel) bir filizlenmeyi simgelemektedir. Doğum olayı için de bu görüşü değerlendirirsek, dokuz sayısının, yedinci aydan itibaren aşağı yukarı şekillenmiş olan fetüs (cenin) ün tam anlamıyla belirgin hale gelmesi için gerekli olan sürenin karşılığı olduğunu görürüz. Gerçekte fetüs’ün rahimdeki pozisyonu (9) rakamına benzemektedir. Altı ise in

Ruh ve Beden İlişkisi Nasıl Olmaktadır?

Ruh bir madde ile iştirak eder. Beden denilen şuurlu madde halini husule getirir. Ondan sonra ruh artık tamamen o bedenin şartlarına bağlanır. Ve o şartlar içinde, organik faaliyetlerinden başka, ruhi ve manevi denilen bütün halleri beyne ve asabi cümleye (sinir sistemi), yani beynin ve asabi cümlenin imkan ve kabiliyetlerine bağlı bulunur. Ruh, madde ile iştirak eder. Şuurlu maddeyi, yani varlığı kurar. Varlık da kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların faaliyetleriyle kaba maddelerden kendisine ayrıca bir beden yapar. Ve bu beden vasıtasıyla maddelere tesir eder. Kullandığı kaba maddelerle de kendi haricindeki diğer bedenlere tesir etmek suretiyle maşeri plana adımını atar. Ve hidrojen aleminin varlık safhasındaki tekamülü de bu andan itibaren yürümeye başlar. Ruh ve Beden İlişkisi  Ruha hizmet eden varlık hemen bedeni vasıtasıyla etrafındaki kaba maddelere ve bedenlere tesir ederek ruhun bu yeni ihtiyaçları karşısında lüzumlu hadiselerin meydana gelmesine sebep olur. İy

Eş Zamanlılık

Eş zamanlılık, aynı zamanda eş anlılık, senkroni, senkronizm   olarak ta kullanılır.   Anlamlı, aynı veya benzer kavramı içeren, fakat   nedensel bağlantısı olmayan iki yada daha çok olayın eş zamanlı oluşumudur. Bunu hepimiz yaşantımızda zaman zaman gözlemişizdir. Tam uzun zamandır görüşmediğiniz bir arkadaşınızı düşünürken, telefon çalar, arayan o arkadaşınızdır. Aklınızdaki bir sorunun cevabı, otobüste yanınızda oturan kişinin okuduğu dergide bir başlıktır. Tam iş değiştirmeyi düşünürken gelen bir teklif size çok daha uygun, kendinizi gerçekleştirebileceğiniz iş olanaklarını size sunar. Eşzamanlılık nedensellikten farklıdır. Nedensellik, sonuç aracılığı ile sabit bağlantı içerdiği halde, eş zamanlılık, uyum, denklik veya anlam aracılığı ile sabit olmayan bağlantı içerir. Eşzamanlılık, sürekli bir dünya dokusu oluşturmak için, birbiri ile ilişkisiz olayların birbirine örüldüğü bir kozmozu işaret eder. Eş zamanlı olayların bazı özellikleri vardır. Öncelikl