Ana içeriğe atla

Hırslarımız-Ergün Arıkdal


Dünya insanını günümüzde meşgul eden iki büyük sorun vardır: Birisi kendi egoizması, ikincisi de ondan doğan açgözlülüğüdür. Gerçekten veba salgını gibi bir açgözlülük salgım içindeyiz. Bunları farkında olmadan yapıyor ve kendimize zarar getiriyoruz.


Hiçbir şeye hırsla bağlanmamalıyız, çünki yaşarken sahip olduğumuz her şey gelip geçicidir ve ruhsal yöneticiler tarafından bize emanet olarak verilen tekâmül araçlarıdır. "Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sahibi?" gibi güzel tekerlemeler vardır. Bunları herkes söyler ama buna rağmen ellerindeki kocaman çuvalı boyna doldururlar ve onu sırtlarında taşırlar.
İnsan birtakım araçlarla kendini donatıyor; ancak bunları hangi amaçla kullanmak istiyor? Bunu bilip de eş koşmazsa insan, kendisi araba olmaz, ayakkabı olmaz, elbise olmaz, fiyakalı saç olmaz, oturduğu müdür masası olmaz ve bu araçları kendi vicdanına göre ayarlar. Biz bunlar değilsek, bunların dışında kendimizde bir güç görebiliyorsak gerçek değerimiz ortaya çıkar. Başka bir deyişle, şu anda bizi genel müdürlükten attıklarında içine düştüğümüz durum, bizim asıl durumumuzdur.




Örneğin, normal bir Amerikalı, işi olmadığı zaman kendini yok saymaktadır. Bir iş gördüğü, bir şeyler ürettiği zaman ancak, kendisinin var olduğunu düşünmektedir. Doğuda ise böyle bir şey yoktur. Bizim insanlarımız, "İşim yoksa ben de yokum." diye düşünmez. "Açlıktan ölenin mezarı yoktur." derler. Yani mezar taşının üzerinde, "Bu adam açlıktan öldü." diye yazmaz anlamındadır. "Ben nasıl olsa bir nafaka bulurum; o kapı kapalıysa, başka bir kapı açılır." diye düşünür. Bu tam bir tevekküldür.

Tekâmül araçlarını, belirli amaçlara ulaşmak için kullanırız. Bir gün mutlaka dünyada bırakılacak maddî şeylere duyduğumuz hırs, bencillikten kaynaklanır. Bencillik ise Evrensel Yardımlaşma Yasası'na aykırıdır. Tüm varlıklar birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde olmak zorundadır. Bu karakter hâline ulaşması gerekir. En basitinden örnek verecek olursak; bedenimizdeki bütün organlar birbirleriyle dayanışma ve yardımlaşma hâlinde çalışırlar.

Çene vasıtasıyla öğütülmüş yemeği alan mide, içindeki asitleriyle onu daha da öğütecektir. Bazı gıdaların bedenin başka organlarında hasar oluşturmaması için karaciğer, başka türlü bir dayanışma içinde, onu nötralize ediyor, depoluyor, şekerini kaldırıyor ve dengeliyor. Heyecanlandığımızda, korktuğumuzda adrenalin hemen kalbi takviye ediyor; yavaşlatıyor, hızlandırıyor; damarları genişletiyor.

Önce kendimize bakalım. Vücut baştan aşağı yardımlaşma ve dayanışmadan ibaret bir çalışma içindedir. Bir tanesi bir tanesine uyum sağlamadığı zaman hasta oluyoruz, göremiyoruz, duyamıyoruz, midemiz hasta oluyor, her şey oluyor. Neden? Çünki aralarındaki uyum ve dayanışma ortadan kalkıyor. Bu, bedende böyle olduğu gibi, toplumda ve evrende de böyledir. Güneş'in kendi çekim gücü olmazsa, acaba çevresindeki gezegenler ne hâle gelir? Birbirlerinin içine girerler ya da savrulur giderler.
İnsanlar neden bencildir? Yardımlaşma Yasasına aykırı davrandıkları için. İnsan bütün yardımı kendine yöneltiği için egoist olmaktadır. Bu enerjisini dışarıya yöneltse dürüst olur, elci olur. Bu yasanın üst seviyelerden insanlara öğretilmesi çok zor olduğundan dolayı, ahlâk bir düstur hâline getirilmiştir.

Nitekim İslâm dininde emirler var. Zekât vereceksin, oruç tutacaksın. Ne yapmam gerekiyor? Dağıtman gerekiyor, vereceksin diyor. Bu yardımlaşmadan başka bir şey değildir. Ama temeli evrensel bir yasaya bağlıdır. Bu evrensel yasa doğrudan anlatılırsa pek anlaşılmaz. Bu bakımdan iş hemen uygulamaya dönüştürülmüştür. Zaten dinlerin asıl amacı insanlara büyük bilgiler vermek değil, onlara uygulamalı bir şeyler yaptırmaktır. İnsanlara, bu bilgileri nasıl yaşayacaklarını öğretmeye çalışmışlardır.
İnsan dünyada ancak ıstırap çekerek gelişebiliyor. Çünki bağlandığı pek çok şey var ve onların elinden alınması insana acı verir. Ancak insan, özdeşleştiği şeyleri, acı da verse, gururunu, kıskançlığını, alınganlığını, cimriliğini, ve bencilliğini terk etmek zorundadır. Bu terkler insan için birer zorunluluktur.

Başkalarının zararı pahasına kendi çıkarını düşünmek ve mutlu olacağını sanmak kendini kandırmaktır. Gerçek mutluluk insanlara karşılıksız yardım etmek ve onları sevmekle kazanılır. Tamamen tersi uygulanıyor insanlarda. Büyük bir mutluluk sloganıyla hareket etmektedir. Mutlu olmak istiyor ama gururundan, bencilliğinden de hiç vazgeçmek istemiyor. Karşı taraf da istemiyor. Kim kimi mutlu edecek? Hiç kimse kimseyi mutlu edemeyince, insanlar mutlu olamıyor.
Ne kadar çok şeye sahip olursa, o kadar mutlu olduğunu sanıyor. Mutlu olmam için çok şeyimin olması lâzım diyor. Halbuki bu tamamen bir yanılgı. Bir insan ne kadar çok şey verirse o kadar çok mutlu olur. Çünki hafiflemesi lâzım. Çünki şuursuzca yapılan her istek insan için birer ağırlıktır. Beklemeden veriyorsunuz; gerçek mutluluğu o zaman tadacaksınız. Almadan vermeyi öğrendiğiniz zaman mutluluğu tatmış oluyorsunuz.

Yoksa öbür türlü mutlu oluyorum dediğiniz her şey bir zandan ibarettir. Bu, aynen şartlandırılmış farelerin durumuna benzer: Lâboratuvarda besinin bulunduğu kafesi açtırmak için bir düğme vardır, ancak bu düğme ona acı vermektedir. Çünki oraya bir elektrik akımı verilmektedir. Ayağını oraya basması lâzım, çünki besin aynı zamanda narkotik, yani bağımlılık yaratan bir besindir. Gider, gelir, hep ayağını çarptırır. Zavallı fare alışkanlığa yakalanmıştır bir kere. Almanın, hep edinmenin hazzına yakalanmıştır, kendine göre. O hâle gelir ki, bir dakika boyunca o besini yiyemezse ölecektir. Sonunda hayvan ölür.
Aynı özellik genetik yapı olarak biz insanlarda da vardır. Bazı şeyler hemen alışkanlık yapabiliyor, tiryakilik doğurabiliyor. Ama insan bunları yönlendirmek zorundadır. O bir fare değildir. Zekâsı, mantığı, kendine hâkim olma, kendini yöneltme ve isteği ile bir şeyleri yönlendirebilmesi gerekir. İşte o zaman insandır o.

İnsanların ne oldukları değil, ne yaptıkları ve ne niyetle yaptıkları önemlidir. İnsan sadece yaptıklarından değil, düşündüklerinden de sorumludur. O hâlde insan, her işi Tanrı'nın işi bilerek elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalı ve yaptıklarından dolayı maddî ya da manevî herhangi bir karşılık beklememelidir. Kuşkusuz bunlar ideal önerilerdir, ancak ister istemez insan yaptığı iyi bir şeyin iyi bir şeyle karşılaştırılacağını, hiçbir şey olmasa bile Tanrı'nın hoşuna gideceğini düşünebilir. İnsan bunu düşünebilir, normaldir. Bir şeyi hiçbir karşılık beklemeden yapma gücünü kazanmak tabi ki çok yüce bir şey. Bunu çok güçlü varlıklar yapar, ama bunu da bilmek bir erdemdir. Bir gün gelir, belki bu kurala uygun olarak biz de davranma gücümüzü gösterebiliriz.

Yaşamın Amacı Kendini Bilmek - Ergün Arıkdal

Bu blogdaki popüler yayınlar

Enkarnasyon Nedir? Dr. Bedri Ruhsalman

Enkarnasyon Nedir? Enkarnasyon ete girmek demektir. Yani ruhların bir beden aracılığı ile belirmesidir. Böyle bir ilişki , ruh ile maddeyi birbirine bağlayacak olan bir aracıya ihtiyaç gösterir ki, buna Perispiri denir. Yani ruh, kendinde saklı olan tesir gücü ile, perispiri aracılığı ile ineceği dünyaların maddelerinden o dünyadaki yoğun bedenini kurar. Kaba madde ile sıkı bir bağlantı demek olan bedenlenme veya enkarnasyon olayı, dolayısı ile serbest irade ve şuurda da bir daralma ve bir nevi kararmaya sebep verir. Tekâmül ihtiyaçlarımızın belirli hale getirdiği bir takım tertipler, sevk edişler himaye ve yardım atmosferi içinde bir hayat mevzu bahistir. Ve dünyada bunlardan kurtulup kaçmak bizim elimizde olmaz. Enkarne olmuş varlık, bütün bu şuurlu tertip ve nizamın mana ve maksadından habersiz olarak bazı merhaleleri aşmak ve bir kısım yetenekleri geliştirme olanaklarına sahip olur. İstenilende zaten budur. Üstad isimli bedensiz bir dostumuz şöyle demektedir. ...

Sembolizm Dersleri -6 Rakamı ve İçerdiği Sembolik Anlamı

Altı sayısı en küçük yetkin sayıdır; kendisi dışındaki tüm tamsayı çarpanlarının toplamına eşittir.  Örneğin: (6=1x2x3=1+2+3) 2 ile 3' ün, bu kez, çarpımlarıyla oluşuyor. Altı sayısı GRAFİK SEMBOLİZM ’ de bir altıgen ve onun yarattığı attı köşeli yıldızla özdeştirilmektedir. Salamon’un mührü veya David’in kalkanı denilen ve bugün İsrail’in ulusal amblemi olan bu yıldız, ters yönde iç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşuyor ve SU ile ATEŞ arasındaki dengeyi işaret ediyor. Diğer bir deyişle birbirinin karşıtı iki şeyi birleştiren bir şekil olduğu gibi, dikine duran üçgenin ayna görevini yapan su üzerindeki ters görünümü yansıtıyor. Salomon’un mührü şeklinde görülebileceği gibi, tepe noktası yukarıda olan üçgen, Hıristiyan ikonografisinde İsa’nn tanrısal karakterini betimlemektedir. Tepe noktası aşağıda olan üçgen ise bu karakterin O’NUN fiziki ve insancıl görünümünde yansıdığını hatırlatır gibidir... Sembolizm Dersleri 6 6, diğer çift sayılar gibi, Ay’ın çe...

Sembolizm Dersleri -9 Rakamı ve İçerdiği Sembolik Anlamı

DOKUZ (9) Basit sayıların sonuncusu olan dokuz, üç' ün karesi olduğundan, onun niteliklerini de taşıyor. Mitolojide varlığına inanılan gök, yer yüzü ve yeraltı dünyalarının tümünü simgeleyen bir sayı olmuştur. Sayılar dizisinin sonuncusu olması nedeniyle, bir sona ulaşıldığını ve yeniden başlamanın haber vericisi gibidir. Diğer bir deyişle, bitim ve ölüm olayının olduğu gibi, yeni bir doğum veya filizlenmenin göstericisidir. Yaşam çemberinin son halkasını kilitler. Mason sembolizmine göre, (9) rakamı grafik olarak aşağıya doğru, yani maddesel bir filizlenmeyi, (6) ise bunun tam tersine, yukarıya yönelik olduğundan, ruhani (tinsel) bir filizlenmeyi simgelemektedir. Doğum olayı için de bu görüşü değerlendirirsek, dokuz sayısının, yedinci aydan itibaren aşağı yukarı şekillenmiş olan fetüs (cenin) ün tam anlamıyla belirgin hale gelmesi için gerekli olan sürenin karşılığı olduğunu görürüz. Gerçekte fetüs’ün rahimdeki pozisyonu (9) rakamına benzemektedir. Altı ise in...

Ruh ve Beden İlişkisi Nasıl Olmaktadır?

Ruh bir madde ile iştirak eder. Beden denilen şuurlu madde halini husule getirir. Ondan sonra ruh artık tamamen o bedenin şartlarına bağlanır. Ve o şartlar içinde, organik faaliyetlerinden başka, ruhi ve manevi denilen bütün halleri beyne ve asabi cümleye (sinir sistemi), yani beynin ve asabi cümlenin imkan ve kabiliyetlerine bağlı bulunur. Ruh, madde ile iştirak eder. Şuurlu maddeyi, yani varlığı kurar. Varlık da kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların faaliyetleriyle kaba maddelerden kendisine ayrıca bir beden yapar. Ve bu beden vasıtasıyla maddelere tesir eder. Kullandığı kaba maddelerle de kendi haricindeki diğer bedenlere tesir etmek suretiyle maşeri plana adımını atar. Ve hidrojen aleminin varlık safhasındaki tekamülü de bu andan itibaren yürümeye başlar. Ruh ve Beden İlişkisi  Ruha hizmet eden varlık hemen bedeni vasıtasıyla etrafındaki kaba maddelere ve bedenlere tesir ederek ruhun bu yeni ihtiyaçları karşısında lüzumlu hadiselerin meydana gelmesine sebep olur...

Sembolizm Dersleri -5 Rakamı ve İçerdiği Sembolik Anlamı

Aritmetik sayı dizisinde İlk çift ve tek sayısının toplamından oluşmuştur (2+3=5). Kutsal 60 sayısının 1/12’sidir. Öte yandan, ilk dokuz sayının ortasında bulunması nedeniyle, beş sayısında var olan bu birleştiricilik ve merkezilik özelliği, onun madde ve biçimde bir denge ve uyum sağladığı görüşünü ortaya koyuyor. Romen rakamı ile gösterilen (X) harfinin üst kısmı (V) beş olup, On' un yarısıdır. Dünyanın eski uygarlıklarının sembolizminde, Orta Amerika, Afrika, Çin, Hindistan’da yaşayan Dogonlar, Mayalar, Aztekler, Bombarlar’da saptandığı gibi, genel olarak, tek sayılar ERKEK, çift sayılar ise hep DİŞİ olarak değerlendirilmiştir. Bu görüşün ışığı altında beş’in dişi İki ile erkek olan Üç’ü eşleştirdiğini görmekteyiz. Öte yandan, iki sayısı dişi ve dünyevi (dünyaya ait) üç ise erkek ve semavi (göğe ait) olduğundan, beş aynı zamanda yerle göğü de birleştiriyor. Beşte hem erkek hem dişi prensip bulunduğundan iki cinsiyetti (androgyne) (androjin) bir sayı yani hünsal...