Ülkemizin içinde bulunduğu hal ve şartları spiritüel bir açıdan algılarsak, durumumuzun hiç de iyi olmadığını anlarız. Fakat bu, kesin bir mesele değildir. Elbette kendimize ait, bunca zamandan beri büyütüp geliştirdiğimiz, benimsediğimiz, kullandığımız birtakım değer yargılarımız vardır. Değer yargılarımızın boyutlarına, çerçevesine sığmayan konular arttığı sürece, bizlerin bu tarzda düşünmemiz normaldir.
"Mahvolduk, batıyoruz" tarzında laflar ede ede bu zamana geldik.
Batmak ne demek?
Biz dünyaya ticaret yapmaya gelmedik. Eğer dünyaya ticaret yapmaya geldiklerini iddia edenler varsa, asıl batacak olanlar onlardır. Ama onların batışı, güneşin batışı gibi varlıksal bir batış tarzında ele alınabilir.
Uzun zamandan beri gerek yayınlarımızda, gerekse konuşmalarımızda anlatmaya çalıştığımız fikir şudur: Bütün dünya bu değişimin tam merkezinde bulunmaktadır. Yani bir girdap meydana gelmiştir. Ve biz dünya yuvarlağı olarak artık insanlarıyla, canlı cansız tüm varlıklarıyla beraber bu girdabın ortasındayız. Yani oraya kadar çekilmiş vaziyetteyiz. Dolayısıyla bir değişime doğru, girdabın merkezinden öte tarafına doğru geçmeye namzet varlıklarız.
Bu bakımdan dünyamızda ve kendi ülkemizde olup bitenleri gayet dikkatle incelememiz gerekir. Yani bundan sonra olacak olayların şu anki olaylarla ilgisini şimdiden kurmak zorundayız. Ve nasıl bir gelişim içinde olunacağı hakkında da bilgi sahibi olmamız elbetteki çok faydalıdır. Yeni bir değişimin nasıl bir pozisyon yaratacağını, nelerin değişmek zorunda olduğunu kavramaya çalışmamız lazım. Bütün bu olup bitenler, sıkıntılı durumlar, değer yargı kalıplarımızın zorlanması; çerçeveleri genişletmek, aşmak konularındaki büyük mücadele halindendir. Sizlere çoğu kere bahsedildiği gibi tabii ki bunların büyük bir kısmı, bir identifikasyon yani "özdeşleşme" sorunudur. Değer yargıları ile bir özdeşleşme meydana gelmiştir, ayniyet kazanılmıştır. Bu; İnanç konusunda, düşünce konusunda, eylem konusunda ve bilgi konusunda olabilir. Çok çeşitli konularda olabilir. Bu aynileşme, birbirine benzeşme; bedeni kabullenme, kendini o sanma gibi bir durum olabilir. İşte bundan dolayı da birtakım bilgi ve düşüncelerle narsist bir karakter yani aynaya bakıp kendini beğenen insanın durumu gibi bir durum ortaya çıkar. Sıkıntılı pozisyonlarımızın en büyük sebeplerinden biri de kendi değer yargılarımızı çok beğenmemizden kaynaklanmaktadır. Bunlar; hırslı bir kendini beğenme, kendini merkez edinme, doğruluk ya da hakikat merkezi gibi görme rahatsızlığından ileri geliyor. İşte bunların değişimi bakımından yapılan bir takım etkilenmeler var. Bütün bu etkilenmeler sadece kendimizden kaynaklanan bir durum değildir. Aynı zamanda bir ara plan durumunda olan dünyanın asal planlardan, temel planlardan gelen birtakım değişim etkileri de bu sıkıntılı durumu oluşturmaktalar. Gayet kibirli, gururlu, kendini beğenen, üstelik " kainatta bizden ehemmiyetli insan yoktur" ifadesi ile tam bir putperest olup çıktık. Şimdi kolay kolay bu değer yargılarımızdan vazgeçip, daha kozmik bir tevazu oluşturmaya, kozmik bir sadeliğe ulaşmaya mecalimiz kalmadı. Bunu kendi başımıza yapamıyoruz. Yapacak durumumuz da yok. Eğitimimiz bize bunu öğretmedi. Özellikle dini kaynaklı, din dediğimiz yol ile ilgili ve onun diğer dalları ile alakalı olan bir sistem de kozmik tevazuyu, kozmik sadeliği insanlara pek öğretemedi. Her sistem daima, kendine ait değer yargılarını insanlara empoze etmek suretiyle onları kendisine mal etmeye çalıştı. Şimdi de tamamen maddesel bir anlayış içerisinde " batılılaşmak, demokratikleşmek " vs. tarzında yeni bir özdeşleşmeye, yeni bir ayniyete doğru gitmeye çalışıyoruz. Mesele bu isimlere takılıp kalmak değil, uyum sağlayabilme niteliğini kazanabilmektir. Acaba gerçekten bundan evvelki öğretiler, eğitimler bize uyum sağlamayı, yani kozmik bir ayniyeti öğrettiler mi? Eğer öğrettilerse elbetteki uyum sağlanması daha kolay olacaktır. Bu bakımdan pek fazla tedirginliği gerek yoktur.
Kaynak: Ergün ARIKDAL
Yorumlar
Yorum Gönder