Dünyaya inmiş büyük mürşitlerden bir tanesi, ender bir varlık olan Üstat Dr. Bedri RUHSELMAN, Allah adlı eserinde şöyle yazmıştır:
"...Ruh, kendisine bağlı her şeyle beraber, yani bütün sonsuzluk ve ebediyetleriyle beraber, maddî bir kâinat kadar ve hatta ondan daha büyük, kapsamlı ve sonsuz bir kâinattır. Zira onda olan müessiriyet kudretiyle beraber şuur ve idrak, bütün maddî kâinatın ve kâinatların ne küçük parçasında, ne de bütününde mevcut olmayan bir kudrettir ki, o bu kudretiyle maddî kâinata nispeten Allah'a daha yakındır (ruh varlığının şuurlu ve idrakli olması keyfiyeti)
Ve işte bunun içindir ki, bir tek ruh kâinatı, maddî kâinatlardan fersah fersah yüksek, büyük, kapsamlı ve güçlüdür. Ve işte bunun içindir ki, madde kâinatına, Allah'ın her yönden üstün olarak yarattığı bu kadar büyük kudreti, yani öz varlığını, insan, maddelere esir kılmaktan İlâhî Kanunlarla menedilmiştir."
Öz varlık, yani ruh, maddî kâinatlara esir olamaz, çünkü YARATAN bunu menetmiştir. Nasıl menetmiştir? Ruha şuur ve idrak vermek suretiyle (menetmiştir). Şuur ve idraki olan varlığın maddeye esir olması söz konusu değildir. Eğer biz bugün maddeye esir vaziyette isek, bu, şuur ve idrakimizi kullanamayışımızdan ileri geliyor; şuursuzluğumuzdan, uyur gezer hâlde oluşumuzdan, dolayısıyla idrak edemeyişimizden, anlayış kabiliyetimizin eksilmesinden ve gerilemesinden ileri geliyor. Bunun sonucu olarak ortaya paracı ve maddeci, ekonomik bir insan tipi çıkmıştır: Homo Ekonomikus!
Ama, insan ne yaparsa yapsın, bu esarete müsaade edilmeyecektir. Yani şuurunun ve idrakinin kullanılması için her türlü yolu deneyecekler. Bu bizim canımızın pahasına dahi olsa, bunu yapacaklar. Bundan kaçınmanın imkânı yok; kıyam şarttır, uyanmak şarttır. Deniyor ki, ruhun maddeye esir olması İlâhî Yasalarla menedilmiştir. Yani, ne yaparsanız yapınız, şuurlu ve idrakli bir varlık hâline geleceksiniz; vazifeniz budur. Eğer, insan herhangi bir madde ile aynı tutulmak istenseydi, ona şuur ve idrak verilmezdi ve onlar gibi atalet içerisinde, kör bir sebeplilik kanununa bağlı olarak, taş gibi, ağaç gibi, hayvan gibi yaşar giderdi ve ondan hiç bir şey beklenmezdi. Ama madem ki insana şuur ve idrak verilmiştir, öyleyse maddenin esaretinden kurtulma yetkisi ve yeteneği de verilmiş demektir. Tekâmül bunun doğal bir sonucudur. Şuur ve idrakin kullanılma kapasitesi derecelenirse, bunun başka bir anlamı, tekâmülde de derecelenmenin olmasıdır. "Tekâmül var mıdır, yok mudur?" sorusuna bile gerek yoktur. Şayet şuur ve idrak sahibiysek (tekâmül) vardır.
Kaynak: Ergün Arıkdal'ın hazırlık aşamasındaki RİM (Ruhsal İdare Mekanizması) adlı kitabından alıntıdır
"...Ruh, kendisine bağlı her şeyle beraber, yani bütün sonsuzluk ve ebediyetleriyle beraber, maddî bir kâinat kadar ve hatta ondan daha büyük, kapsamlı ve sonsuz bir kâinattır. Zira onda olan müessiriyet kudretiyle beraber şuur ve idrak, bütün maddî kâinatın ve kâinatların ne küçük parçasında, ne de bütününde mevcut olmayan bir kudrettir ki, o bu kudretiyle maddî kâinata nispeten Allah'a daha yakındır (ruh varlığının şuurlu ve idrakli olması keyfiyeti)
Ve işte bunun içindir ki, bir tek ruh kâinatı, maddî kâinatlardan fersah fersah yüksek, büyük, kapsamlı ve güçlüdür. Ve işte bunun içindir ki, madde kâinatına, Allah'ın her yönden üstün olarak yarattığı bu kadar büyük kudreti, yani öz varlığını, insan, maddelere esir kılmaktan İlâhî Kanunlarla menedilmiştir."
Öz varlık, yani ruh, maddî kâinatlara esir olamaz, çünkü YARATAN bunu menetmiştir. Nasıl menetmiştir? Ruha şuur ve idrak vermek suretiyle (menetmiştir). Şuur ve idraki olan varlığın maddeye esir olması söz konusu değildir. Eğer biz bugün maddeye esir vaziyette isek, bu, şuur ve idrakimizi kullanamayışımızdan ileri geliyor; şuursuzluğumuzdan, uyur gezer hâlde oluşumuzdan, dolayısıyla idrak edemeyişimizden, anlayış kabiliyetimizin eksilmesinden ve gerilemesinden ileri geliyor. Bunun sonucu olarak ortaya paracı ve maddeci, ekonomik bir insan tipi çıkmıştır: Homo Ekonomikus!
Ama, insan ne yaparsa yapsın, bu esarete müsaade edilmeyecektir. Yani şuurunun ve idrakinin kullanılması için her türlü yolu deneyecekler. Bu bizim canımızın pahasına dahi olsa, bunu yapacaklar. Bundan kaçınmanın imkânı yok; kıyam şarttır, uyanmak şarttır. Deniyor ki, ruhun maddeye esir olması İlâhî Yasalarla menedilmiştir. Yani, ne yaparsanız yapınız, şuurlu ve idrakli bir varlık hâline geleceksiniz; vazifeniz budur. Eğer, insan herhangi bir madde ile aynı tutulmak istenseydi, ona şuur ve idrak verilmezdi ve onlar gibi atalet içerisinde, kör bir sebeplilik kanununa bağlı olarak, taş gibi, ağaç gibi, hayvan gibi yaşar giderdi ve ondan hiç bir şey beklenmezdi. Ama madem ki insana şuur ve idrak verilmiştir, öyleyse maddenin esaretinden kurtulma yetkisi ve yeteneği de verilmiş demektir. Tekâmül bunun doğal bir sonucudur. Şuur ve idrakin kullanılma kapasitesi derecelenirse, bunun başka bir anlamı, tekâmülde de derecelenmenin olmasıdır. "Tekâmül var mıdır, yok mudur?" sorusuna bile gerek yoktur. Şayet şuur ve idrak sahibiysek (tekâmül) vardır.
Kaynak: Ergün Arıkdal'ın hazırlık aşamasındaki RİM (Ruhsal İdare Mekanizması) adlı kitabından alıntıdır
Yorumlar
Yorum Gönder